Kingdom Come: Deliverance II İnceleme


Evet! Bitirdim. 120 güzel saatin sonrasında KCD II maceram nihayet sonlandı. Ben bu yazıyı yazarken haftaya geleceği açıklanan hardcore moduna ait iki ve “Lent” isimli müthiş achievement dışında tüm oyunu tamamladım, tüm yan içerikleri yaptım. Doya doya yayıla yayıla bitirdim bu eşi benzeri bir daha gelmeyecek oyunu. En sevdiğiniz mouse topunuzu ve parmak ucunuzu alın. Hep beraber inceleme vakti!

Yokluk İçinde Varlık?!

Yıllardan 1403. Çok ama çok eski zamanlar. Hava ve doğa hala güzel, tertemiz. Çiçekler, gökyüzü ve mis gibi kokular. Evet imkansızlıklar var. Gerçeklik belki de çok ölümcül. Açlık, savaş, hastalık kol geziyor. Ama güzel be! Teknolojiden ve yozlaşmadan uzak insan gibi yaşıyorsun. Neyse ben zaten küçüklüğüne ve geçmişe çok ağır nostalji duyan biriyim, bir de kendimi yaşamadığım bir gerçeklikte hayal etme gafletine kapılmayayım.

Karşınızda Warhorse’un göz bebeği Kingdom Come: Deliverance II! Burada satırlarca ilk oyunu konuşabiliriz fakat zaten bunu ikinci oyun için bol bol yapacağız. Ondan özet geçiyorum. Bilmemiz gereken tek gerçek ilk oyunun Mafia’nın da önde gelen geliştiricilerinden Daniel Vavra’nın vizyoner liderliğinde kurulan Warhorse tarafından geliştirildiği. Yeni kurulan bu stüdyomuz gerekli parayı da rekor şekilde bağış topladığı Kickstar kampanyası ile kazandı. Fanlar ve bağışçılar ile inanılmaz bir iletişim de kurdular. YouTube kanallarına sayısız video koyup neredeyse oyundaki tüm sistemleri anlattılar. NPC hareketleri, devrimsel kıyafet giyme sistemi, gerçekçi dövüş mekanikleri ve daha neleer neler! Herkes adeta nefesleri tutup bekliyordu oyunun çıkışını. Ben de dahil. Henüz bir üniversite öğrencisi olduğum dönemdi. Lise günlerimi yoğun dozda Warband oynarak geçirmiş biriydim ve ortaçağ döneminde geçecek bir RPG hayallerimi süslüyordu. O dönem aslında ortaçağ M&B, Chivalry ve Kingdom Come olarak üçe ayrılıyordu diyebilirim. Ben hepsine vardım ama. Yeter ki olsunlardı. Üçü de apayrı oyunlardı ama KCD aralarında gerçekten parlıyordu. Cidden, 2014 yılında açılan Kickstarter kampanya sayfasına bir göz atın. İnanılmaz vaatler.

Ve bir 2018 Şubat’ında beklenen gün geldi, oyun çıktı. Tek bir cümle ile incelemem gerekirse:

“Kingdom Come: Deliverance hırslı, gerçekçi ve devrimsel bir sandbox rol yapma oyunuydu fakat tartışmalı görev tasarımları, teknik yetersizlikleri ve eksik/hatalı bazı sistemleri yüzünden başyapıt olamadı.”

Ha, seven çok sevmişti o ayrı. Ve su götürmez gerçek de Warhorse gibi taze bir geliştiricinin mükemmel bir iş çıkarmış olmasıydı. Gerçekten de sözlerinin neredeyse hepsini tuttular ve bize kabul edilebilirin çok üzerinde bir oyun sundular. Ama dediğim gibi problemleri de görmezden görülecek gibi değildi. Şimdi diyebilirsiniz tabii ki: “Ee, Bethesda da problemli, bug’lı sandbox RPG’ler yapıyor! Hepsi(!) de başyapıt olarak değerlendiriliyor. Bu adamların suçu ne?” Doğru. Bethesda’nın yolu diye bir tanım gerçekten de var. Fakat Bethesda oyunlarındaki sistemler ile KCD sistemleri aslında yüzde yüz pişti olmuyor. Evet ikisi de açık uçlu rol yapma oyunları fakat en basitinden görev yapıları ve görevlere yaklaşımları bile farklı. KCD çok daha fazla gerçekçi ve çok seçimli görevler sunarken, TES serisi genelde daha lineer düşümde görevler sunmakta. KCD save sistemini iksir içme gibi sınırlı bir mekanik arkasına koyarken, TES istediğiniz her an save almanıza izin veriyor. Örneğin bu son örnekten yola çıkarak çok basit bir senaryo üretebiliriz. Göreve başladınız ve bir adet save iksiriniz olduğunu fark ettiniz. Risk aldınız ve kendinize “Lan, ben bunu yaparım” diyip güvendiniz. Görev öyle bi görev ki ama 30 dakika sürüyor ve 2 kere autosave alıyor. Bu noktada öyle bir noktada kullanmanız lazım ki iksirinizi, size problem yaratmayacak. Fakat sıkıntı görevin süresini ve nerde autosave alacağını bilmemeniz zaten. Bu tarz basit bir mekanik bile iki oyun serisinin arasında fark yaratmaya yetiyor. Ki bunun üzerine daha onlarca farklı sistem eklenecek.

Neyse dostlar, sözün özü ikinci oyunu tüm bunlardan dolayı, ekstra bir merakla bekliyorduk. Ekip artık daha deneyimliydi ve bütçeleri de vardı. Tek yapmaları gereken sözlerini tutup, ilk oyunun da üstüne koyup o başyapıtı yapmaktı.

Bol Romantik Geri Sayım

Tatlı bir Şubat ayı. Oyun, biz oyuncularla olan romantik(!) bağını sembolize eden 4 Şubat’ta çıkacak. Yaklaşık bir yıl önce resmi olarak duyurulan oyunumuzun çıkışı için gün sayıyorum ve zaman geçmek bilmiyor. Warhorse neredeyse her gün bir şeyler paylaşıyor. Live Action videolar, fragmanlar, bloglar. Neler neler görüyorum. Her seferinde iştahım daha da kabarıyor. Aklımda da tek bir soru: “Acaba yapabilecekler mi ya? Başarabilecekler mi?” Kendimi olabildiğince spoiler veya herhangi bir videoya maruz bırakmamak için klasik Twitter/YouTube cambazlıklarıma başlıyorum.

Zaman geçirmek için bir kere daha KCD indirmiş ve modlamışım Aralık ayında. Şöyle birazcık da oynamışım. Hafızamı tazelemek için recap videoları da izliyorum ki tam anlamında hazır olayım. Ne de olsa yedi kocaman yıl geçmiş aradan.

İncelemeler geliyor. Dünyanın en kült oyunu muamelesi görmese de çok sağlam 8 ve 9’lar alıyor. Zaten çıldırmakta olan beni, daha da kudurtuyor tabii ki bu. Günler geçiyor, çıkış tarihine her gün bir adım daha yaklaşıyoruz. Sonunda preload açılıyor, yüklüyorum. Arkama yaslanıp, bekliyorum. Sonunda o gün geliyor ve saat neredeyse gelmek üzere.

Oyun, söz verilenden birkaç saat önce oyun oynanabilir hale geliyor. Hiç kaçırmıyorum ve butona basıyorum.

Talih, cesurlardan yanadır!

Gerçekten inanılmaz. Baldur’s Gate 3’ten sonra bu tarz bir başyapıtı tekrar görmemiz için en azından bi’ beş yıl geçeceğini düşünüyordum. BG3 insanlığın elinden çıkma ve gerçekten 10/10 bir oyun olsa dünyada, bunu en çok hak edecek oyunlardan biri olmaya rahatlıkla talip bir oyun. Geliştirme hikayesi, stüdyo, motivasyon, çıkan ürün, iletişim ve sektöre olan inancı tazelemek gibi artılar bir yana; oyunun kendisi, senaryo, oynanış, hikaye, müzikler gibi tüm oyun elementleri bir yana. BG3 gerçekten eşi benzeri gelmeyecek bir cevherdi. KCD II birebir tam olarak bu kalitedir diyebilir miyim? Hmm, diyebilirim sanırım. Diyemesem bile onun belki de minicik çok küçücük bir gömlek altında derim. Ve bu büyük bir iltifat.

Warhorse tüm sözlerini tutmuş üstüne neler neler koymuş bir de! İlk oyunda “Ya bu ne gereksiz, ne kadar saçma” dediğiniz her şey, cilalanmış, manyağı olmuş. Yeni sistemler de ustalıkla ve ekstra özenle inşa edilmiş. Uzun zaman sonra gerçekten beni bu denli içine çekmeyi başaran bir oyun görüyorum. Tabii ki bu konu oldukça subjektif fakat ben aynı etkiyi çoğu insanda yapacağına eminim.

Önce, biraz ben!

Bu etkiyi daha iyi anlamak ve kendinizde benim deneyimlerimi hizalamak için, çocukluğuma gidelim efendim. Ben RPG oyunlarıyla -en sevdiğim türlerden biri olmasına rağmen- çok geç tanıştım. Lise dönemlerimde Dragon Age: Origins ve TES V: Skyrim gibi başyapıtlarla aslında türe giriş yaptım. Hatta Skyrim çıktığı gün 1 Mbps internetim ile 5 küsür GB’lık oyunu malum yerlerden indirmem yarım gün falan sürmüştü. Ne günlerdi be!

Bu arada evet, sonradan başyapıt olarak değerlendirilecek eserler ile türe giriş yapmıştım, bar baya yüksekti. Sonra yıllar boyunca sayısız RPG türünde oyun tükettim. Sayısız alt tür oyun oynadım gerek CRPG gerek ARPG olsun. Fakat hiçbiri bu ikisi kadar etki yapamadı bende. Takdir edersiniz, “ilk” her zaman özeldir. (Yaklaşanlar var, selam sana eski Blizzard!)

Fakat Bethesda RPG’lerinin özellikle ayrılan bi’ yönü vardı diğerlerinden. Bunu da en güzel şöyle anlatabilirim, basit bir stealth sistemi ve kafasına fıçı geçirdiğiniz bir tüccar. Anlatabildim mi? O kırılgan fizik motoru ile oyunun mekaniklerini en saçma şekilde manipüle edebilmek. Ya da zıplayarak “acrobatics” skill’inizi geliştirmek Oblivion’da. Veya Skyrim’de oyunu başındaki ayının yanında ileri geri gidip stealth kasmak. Benim için bu oyunları özel yapan bu tarz sistemlerdi. Kasıtlı olarak böyle tasarlanıyorlardı ve bunları keşfetmek ve yapmak müthiş zevk veriyordu. Ve kahretsin ki KCD’de hepsi ve daha fazlası var! Nasıl sevmeyeyim yahu bu oyunu, nasıl!

Bir de ek bir not, konuyla da biraz alakalı. Sayıların yukarı çıkmasına bayılıyorum ben ya. “Bir şeyler yap ve seviyen şu kadar artsın” gibi kasma durumları bende ekstra bir zayıflık. Bu yüzden zaten bunun temelini oluşturan ARPG ve MMORPG türüyle zaten derin bağım da bu yüzden.

Tam, tamamlanmış!

Beni en çok mutlu eden nokta ise oyunun tamamlanmış olması. “O ne demek, tamamlanmış olması?”. Şöyle ki, 2025 oyun dünyasında bu kriter artık çok önemli bir kriter. Her şeyin live service, season pass veya DLC olduğu dünyada “Al kardeşim, baştan sona oyun aha burda. Bittiği zaman, biter.” gibi bir yaklaşım maalesef azalıyor. Herkes kısa yoldan para kazanmanın peşinde. Güzel geliştiriciler, aç şirket vizyonları yüzünden kalitesiz ürünler pazara koyuyor. Ama arada Larian gibi gerçekten yetenekli geliştiricilerin ve Swen Vincke gibi idealist liderlerin olduğu stüdyolar gelip “bam” diye bırakıyor GOTY adayı oyununu. Josef Fares ve önderliğindeki Hazelight da bunun bir başka örneği.

Tabii ki, KCDII için de DLC’ler gelecek. Yoldalar. Ama ana oyun o kadar tamam, o kadar bütün ki. Özlemişim böyle bir tam tecrübeyi, yalan söyleyemeyeceğim. Yok early access, yok “biz oyunu fanlarımızla birlikte geliştiriyoruz” falan filan. Tamam o da güzel yapın abi de, hepiniz değil lan! Birkaçınız. Hangi birini geliştirelim biz sizle yüzlerce oyun var be! Neyse, sakinim. Seviyorum güzel early access’leri, tamam. Bu ayrı bir dosya konusu. Bunu ilerleyen dönemde detaylı ele alırız.

Dönelim orijinal konumuza. KCDII için gelen ek içerik, ana oyun üzerine süs olacak sadece. Üçüncü oyun gelene kadar minik bir açlık giderme yolu sadece. Ben öyle görüyorum. Warhorse da benimle aynı fikirde, yol planından bunu görüyorum. Güzel haber çünkü o kadar saate rağmen doyamadım ya oyuna. Şöyle bir yıl kadar aradan sonra tekrar dönmek iyi hissettirebilir.

Hani nerde inceleme!

Burada, burada. Bu kadar girizgah yaptıktan sonra geçelim efendim oyunu incelemeye. İronik olarak en kısa kısım burası olabilir, bakacağız. Öncelikle övme kısmı. Oyuna bayıldığımı zaten kaç kere söyledim zaten. Burada bolca ilk oyuna kıyasla şöyle böyle diyeceğim. Demezsem de öyle düşünün çünkü Kingdom Come serisinin sektörde direkt bir rakibi yok. Witcher ve hatta Mass Effect gibi oyunlar RP elementleri içerseler de aksiyon tarafına kayan eğrilerinden dolayı gerçekten “RPG” tanımını hak etmiyorlar. En büyük rakibi olan Skyrim’in de 14 yıl önce çıktığını düşünürsek, Kingdom Come oyunları at koşturuyor kafasına göre. (hehe)

Evet. Grafikler ve optimizasyon. Bir geliştirici olarak oyunu açar açmaz dikkatimi ilk çeken kısım burası oldu. İlk oyuna göre muazzam bir grafik sıçrayışı yaşamasına rağmen taş gibi çalışıyor oyun. Hatta aynı sistemde, 2018 yılında çıkan ilk oyundan daha iyi çalışıyor desem yalan olmaz sanırım. CryEngine öyle çok da tercih edilen ve rağbet gören bir motor değil sektörde, fakat Warhorse öyle bi’ kullanmış ki “Ya iyiymiş aslında ha, neden diğer firmalar da kullanmıyor ki” dedirtiyor. Aynı zamanda ilk oyunda sürekli problem olan ve yoğun miktarda bulunan bug’lar da artık yok denecek kadar az. Bu anlamda da müthiş bir iş çıkarmışlar diyebilirim.

Özellikle sinematik sahnelere ve çekimlerdeki profesyonelliğe aşık oldum ben. Sinematik direktörü kimse gerçekten güzel bir bonusu hak ediyor. Oyunun yaklaşık ikinci saatindeki açılış sekansını izlemenizi tavsiye ederim bir kez daha. (Oynamadıysanız, bakmamanızı öneriyorum.). Kamera konumlandırmaları, ışığın kullanışı, yan karakterlerin mimiklerinin yakalanması. Her şey gerçekten ustalıkla yapılmış.

Karakterler demişken oyunun karakterlerinden bahsetmemek olmaz. İlk oyun da iyi yazılmış ve seslendirilmiş karakterleri ile öne çıkıyordu. İkinci oyunla bu arşa çıkıyor diyebiliriz. Motivasyonları yüksek, tutarlı ve gerçekten inandırıcı karakter portreleri çiziliyor. (Dry Devil ve Zizka iki yeni favori karakterim.) Oyun sektöründe giderek tek düzeleşen yazımlardan ve hatta konudan kopup politik çıkarım yapmaya giden karakterler gördük. Geçtiğimiz yıllarda bu sayı oldukça arttı hatta Dragon Age: Veilguard gibi bariz örnekleri söylememe gerek yok sanırım. Fakat burada durum tam tersi. Bu da ayrıca mutluluk verici yani. Ciddi olduğu zaman oyun gerçekten ciddi. Espri yapmak istediğinde de samimi ve içten. Sahneler ve diyaloglar olabildiğince doğal yani.

Gelelim en önemli kısma, rol yapma elementlerine. Oyunun parladığı yer burası. Diğer RPG’lerden farklı olarak oyunumuz bizlere “über realistik” mekanikler sunmakta. Kirlenen kıyafetler ve buna tepki veren NPC’ler var. Derede sabunla bu kıyafetleri yıkama ya da “hamam”a gitme var. Alkollüyken farklı, karizmatikken farklı diyaloglar var. Yaptığınız aksiyonlara veya sosyal durumunuza göre değişen tepkiler ve davranışlar var. Gerçekten iyi ya da kötü oynayabileceğiniz seçim içeren görevler var. Kısacası var da var. Bu daha minicik küçücük bir kısmı bir de! Bir RPG ne kadar RPG olabiliyorsa Kingdom Come, ondan biraz daha fazla diyebilirim. Hatta yer yer o kadar fazla ki, ya bu kadar da abartmasaymışsınız bile diyebilirsiniz.

Gelelim müzikler ve ses tasarımına. Nedense beni çok da çıldırtmadı bu kısım. Yanlış anlamayın, kötü bir iş çıkarmıyor oyun bu noktada. Ses tasarımı aksine gayet başarılı. Teknik anlamda da öyle, etkileşim anlamında da. Beni birazcık üzen kısım aslında müzikler. Eski alışkanlıklar diyebilirsiniz belki ama ben bu denli uzun bir oyun oynadığımda vurucu ve ikonik müzikler aklımda kalsın isteyen biriyim. Özellikle RPG oyunları bu konuda çok daha özen gösterir. Elder Scrolls, Witcher, Fallout, Baldur’s Gate diyince şak diye aklınızda o ikonik parçalar canlanır değil mi? Burada da var, yok değil akılda kalıcı besteler. Ama ister yaş diyin, ister yanlış beklentiler, bilemiyorum. Bende o vurucu etkiyi yaratamadılar. Oyun çok daha atmosferik ve çevresel müzik tasarımına gidiyor, bunu görebiliyorum. Yaratıcı seçim bu yönde. Ama ne bileyim, beni birazcık aç bırakmadı bu tercih dersem, yalan olmaz.

Son olarak oynanış kaldı sanırım konuşmamız gereken. Birçok silah ve bir o kadar da perk. Oldukça geniş bir oynanış sunuyor oyun bizlere. Gerçekçilik teması burada da bizlerle beraber olduğundan, başka bir oyunda göremeyeceğiniz kadar yere basan ve tok bir savaş ortamının içindeyiz hep. Özellikle oyunun ilk yarısında, hareketleriniz çok kontrollü olmalı. Bu bir hack&slash oyunu değil. Rakibinizi izleyip ona göre davranmalısınız. Ağır ağır, tek tek. Hele bir de birkaç kişi ile aynı anda savaşıyorsanız, pozisyon almak da oldukça önemli hale geliyor. Stratejik bir tarafı da var yani dövüşlerin. Tabii ki her RPG gibi bir süre sonra herkesi alt edebilir hale geliyorsunuz. Ama oraya gelmek o kadar da kolay değil. Emek vermeniz ve hak etmeniz lazım. Çoğu sistem gibi dövüş de bu felsefe üzerine kurulu oyunda. Bu da sizi oynamaya iten en önemli unsurlardan biri.

Sonuç

ARTILAREKSİLER
* Müthiş grafikler ve başarılı optimizasyon
* İnanılabilir karakterler ve güzel bir senaryo
* Atmosferik, harika bir soundtrack
* Tutarlı ve bağımlılık yapıcı rol yapma mekanikleri
* Mükemmel bir menü arayüzü
* Üst düzey seslendirme ve kaliteli diyaloglar
* Hedef kilitlemesi gelmeden düşmana vurulamaması
* Tüccarların kötü ve zayıf ekonomik durumları
* Çok hızlı kirlenen ve eskiyen kıyafetler/zırhlar
* Görevler sonrasında yeterince ödüllendirilmemek
* Eşsiz silah ve kıyafetlerin çok az sayıda olması

95/100


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Kalkanlar devrede!